İzleyiciler

28 Aralık 2010 Salı

Orospu çocuğu, kadın doğumcu ve moron suratlı hemşiresi !

Gece ağrımdan dolayı uyuyamadım, rüyamda ise bir sürü kabus gördüm. Benimle uğraşıp durdu, arkadaşlarım denen kişiler. Kendi söylenmeme uyandım. Suyumu içtim bir de ağrı kesici... Ve sabah doktora gitme vakti.

Annem daha iş yerinden çıkıp gelmeden hastanede muayene sırası bana geldi, daha önce hiç kadın doğuma gitmemiştim. Bu fotoğraftaki korkunç sedye sandalye benzeri şeye oturmamak için dünyaları verebilirdim. Açmadığım kukumu orada deşifre etmek düşüncesi beni deli ediyordu. Hasta kağıdımda doktorun odasına girdim. Bir baktım ki, lanet olsun görmez olaydım. Doktor ERKEK! Aman Allah'ım o an başımdan aşağı kaynar sular aktı. Olayın bunalımını daha henüz atlatamamıştım ki, doktorun benim yüzüme bile bakmadığını farkettim. Elinde telefon, bende karşısında öyle yarı kırmızı ten rengimle oturuyorum. Biraz daha beklese moraracaktım utançtan. Neyseki "evet neyiniz var" dedi. Anlattım, detayları burada yazmıyım... Soruları sormaya başladı:

Doktor: Evli misin?
Lazanya: Hayır, bekarım. (hmm homm evli olsam kesin kocamla gelirdim ! - iç ses)
Doktor: Bakire misin?
Lazanya: Evet.
Doktor: Sevgilin var mı?
Lazanya: Hayır.

"İçeri geçin" dedi ve o moron suratlı hemşire bana eşlik etti. Alt tarafını komple çıkarın dedi, iyi ki elbise giymişim çizmelerimi külotlu çorabımı kolayca çıkarttım. Tam o korkunç sandalyeye çıkacakken telefonum çaldı. Annem olduğunu tahmin etmem zor olmadı. Anneme muayene oluyorum dememe kalmadan, moron surat beni azarladı "çabuk olur musunuz doktor sizi bekliyor". Ne yapabilirim alla alla! Çalsın dursun mu orda moron surat, göt kafa. Zaten ağlamaklı olmuşum. Hem acı çekiyorum hemde çaresizlikten son aşama doktora gelmişim. Doktora gelene kadar da kanser miyim? Ne zaman ameliyat olurum? Kanser olursam, savaşır mıyım yoksa kendimi ölüme mi terk ederim diye düşündüm durdum...

O berbat yere berbat pozisyonda çıktıktan sonra hemşire doktoru çağırdı. Minik masaüstü lambası gibi bir şeyi açtı ve malum yere eldivenle elini daldırarak muayene etti. Canımı acıtan yeri bulduktan sonra tamam dedi ve içeri geçti. Doktorun rahatsız edici bir bakışı olmamasına rağmen, hemşirenin bakışları gayet berbattı! Üstümü giyinmeye başladığımda, hemşire "evraklarınızı annenize verdim" dedi. Ki bunu yapmaya hakkı yoktu. Belki ben ailemden gizli geldim? Belki bekaret kontrolüne gittim! 18 yaşından büyük kızların ailesi yada herhangi yanında gelen biri içeri sokulmazken, kapıda duran kişinin benim annem olduğunu nereden anladın ki moron surat!

Tam annem kapıda beklerken doktora çıkmadan sormak istedim, "nedir bunun sebebi". Doktorun sikko cevabı ve duyan annemin pörtleyen gözleri...

"Aslında böyle şeyler genelde, cinsel birliktelik sonrasında olur. Ama sen tuvaletten mikrop kapmışsın. Antibiyotik yazıyorum bunu cuma gününe kadar al, cuma günü tekrar kontrole gel" dedi.

Ulan orospu çocuğu, sana kimseyle birlikte olmadım dedim. Daha neden annem kapıdayken, bu genelde cinsel birlikteliklerde olur diyorsun. Ne anlamı var. Zaten sonucu söyledin, mikrop kapmışım. Annemin o pörtleyen gözleri ile beni neden gerdin! Kapıyı kapatır kapatmaz anneme hemen o yüzündeki korkunç ifadeyi yok etmesini söyledim ve ağlayama başladım. Bu zaten benim hayatım, kimle birlikte olursam olurum ama zaten olmadım. Çünkü ben bu duyguyu kaldıramam. Annemde bana sarıldı, sakinleştirdi. Yanlış anladığımı falan söyledi.

Antibiyotiğimi alıp, bir saat kadar yürüyüş yaptım. Kızılaydaki bütün dükkanlara girip baktım. İçine giremeyeceğim yada beğenmediğim şeylerin bile fiyatını sordum. Eve gitmek için kısa değil uzun yolu tercih ettim. O sırada Nana ile haberleştim, onlara gittim kahvaltı keyfi yaptık sohbet ettik başıma gelenleri anlattım yarı sinirli yarı gülerek. Tam o sırada "Kirli Selpak" aradı durumumu sordu, canım vefalı arkadaşım benim. Halden anlayan güzel bir dost...

Evden çıkıp Nana ile sosyete pazarına gittik evimize yakın bir yerde olması da daha bir güzel. İçeri girmemle ürkmem bir oldu. O ne kalabalık lan? Hücum etmiş herkes, nana'nın güçlü kollayıcı hareketleri ile her tezgahı deştik, 10TL ye süper güzel bir elbise aldım. Yılbaşında bir yerlere gidersek kesinlikle onu giyeceğim :) Eve geldik sonra tatlı kahve vs. bi de Pera'm uğradı...

Dilerim ilaçlarla cumaya kadar o berbat şey geçer ve bende kontrole gitmek zorunda kalmam. Çünkü o berbat ortama tekrar gitmek istemiyorum. Ve hemen iyileşmek istiyorum. Allah hastaların yardımcısı olsun. Doktor olabilecekler doktor, hemşire olabilecekler hemşire olsun. İnsanlar fesat olmasın. Hastaların canını yakmasın ve psikolojilerini bozmasın!

http://www.formspring.me/lazanya

http://twitter.com/lazanyam

27 Aralık 2010 Pazartesi

3 blogger kızı- lazanya- kirli selpak ve pera

Bunalmışken, bu süper buluşma bana çok iyi geldi. Burger King'e gidipte yemek yemeden döndüm :) Süper muhabbet ettik ama sanki biraz kirli selpak sıkıldı :O Yok yok artık söz bir dahakine daha güzel şeylerden konuşacağız. Dertleşmekten daha güzel geçecek eminim. Sırdaşlarım benim canlarım. O kadar çok dırdır yaptık güldük bıdı bıdı yaptık ki fotoğraf çekmeyi unuttum. Ben ki elinden telefonu düşürmeyen...

Sigaralarımızı tüttürdük keyifle. Donduk içeri kaçtık, geri dışarı çıktık. Çok güzel bir akşamdı benim için. Çok teşekkür ederim. İkinize de. kalp kalp kalp.

not: Dün, tanıdığım bir çift daha nişanlandı :) Allah tamamını erdirsin. Sevincimin yanında kıskançlığımda var ama onlara zarar verecek bir şey değil, sadece kendi içimde :(

Kimle konuştuysam ki bunlar genelde erkekti. Ayda 5-10 kilo vermişler. Dilerim bende başarırım bunu! Kızlar daha mı geç veriyor ne? Yarın gidiyorum diyetisyene :) Şans dileyin bana.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Blogger Kızı Olmak Kolay Değildir

Nisan ayında açtım blogumu, aslında Mart olabilirdi ama o zaman sevgilime blogumu deşifre etmekle yetinmeyip onu da 2. yazar olarak bloguma eklemiştim. Hahah ay ne büyük aptallıkmış, önce yazdıkların hoşuma gidiyor hayatım derken daha sonra yeter artık beni kötü anlatıyorsun, yorum yazan kim onun ağzına sıçarım vs. diye devam etti. Ayrıldık.

Bende hemen blogumu değiştirdim. Tabiki bunu da bulmuştur ama birbirimizi çok sallamadığımızdan, buna çok baktığını sanmıyorum. Sevgili demeye de bin şahit ister, hasta bir ucubeydi... (oh bee)

Nisan'dan sonra yazdıklarımla ilgiyi bir şekilde üzerimde hissettim, beni takip eden ve yorum yazan herkesle ciddi anlamda ilgilenmeye ve sohbet etmeye başladım. Çok güzel arkadaşlarım oldu ve biraz haddim olmasa da kafamda oluşan şeyleri maddeler halinde yazıyorum.

ve işte blogger kızı olmak kolay değildir...

1" Blog açan kızların %85inin akıllı olduğunu düşünüyorum. Çünkü gerzek hatunlar iki kelimeyi bir araya getiremiyor, nasıl yazacak ki?

2" Hemen hemen hepsi dobra kızlardır. Etrafta zaten yeterince dobra bilinirler fakat söylemediklerini burada söylerler. İşte o kadar fazla dobralardır...

3" Süper ailelelere sahip değildirler, %60 yada daha fazlası baba konusundan şanssızdır. *Ben gibi....

4" Aşk anlamında her zaman, karşı tarafa göre daha fazla sevmiştir. Yoksa ne yazacağız ki?
(uff adam beni ne seviyo, çatlayın hatunlarr falan mı?)

5" Ve cidden sır saklamayı bilen iyi dostlardır blogger kızları.

Sizi tanıdığım için mutluyum. Buraya katıldığım için mutluyum. Yanımda olduğunuz için mutluyum. Ve beni blog açmaya ikna eden Pera ile de mutluyum :)

*Umarım hayat sizi değiştirmez dostlarım...

10 Aralık 2010 Cuma

küloduma sıkıştırdığım paracıklar

Tam kaç yaşında olduğumu hatırlamasam da en fazla ilkokul 1 ya da 2. sınıfa gidiyorumdur. Bayram harçlıklarını toplamıştım, yüklü bir miktardı. Paralar evin bir köşesinde duruyordu. Genelde tutumlu bir çocuk olan ben, onlarla kıyafet veya odama eşyalar aldırırdım. Annemde zaten saçma şeylere harcamadığımı bildiği için parama çok karışmazdı. Küçüktüm müçüktüm ama cin gibi bir çocuktum.

Mahalledeki çocuklarla oynarken, aklıma nereden geldiyse o paraları bakkalda orada burada yemek geldi. Çocukları örgütledim siz beni apartmanın kapısında bekleyin dedim. Eve çıkıp zile basıp, evde olan ablama kapıyı açtırdım usulca odama girdim, bayram harçlıklarımın birazını küloduma sıkıştırdım ve evden çıktım. Aşağıdaki bütün arkadaşlarımı da alıp bakkala gittim, bildiğiniz mahalle bakkalı önünde de dondurma dolabı. Herkese dondurma ısmarladım sanırım pandaydı :) Bir tane alıyoruz bitiyor, hemen dönüp eve çıkıyorum tekrar başka bir bahane ile eve girip paraları küloduma doldurup geri çıkıyordum. Dondurmadan sonra çikolatalar cipsler dolup taştı elimizde fakat biz hala doymadan ısrarla yiyorduk. Pembe yuvarlak yamuk bir plastik top bile almıştık.

Akşama doğru annem iş çıkışında bakkala, ekmek almak için uğradığında bakkal aynen şöyle demiş:
-maşallah sizin kız bugün bütün mahalleyi doyurdu.
Ulan adi herif parasıyla değil mi? Neden anneme söylüyorsun?!!

Annem beni mahalleden alıp eve çıkardı, nerede Lazanya bayram harçlıkların dedi. O an dünya başıma çıkıp göbek attı resmen, bütün yükü bendeydi. Az kalan parayı gösterdim. Ablamla ikisi örgüt olup bana çok kızdılar. Sonra ablam geldi ve eşyalarını topla Lazanya seni çocuklar yurduna yolluyoruz artık orada kalacaksın dedi. İzlediğim bütün türk filmlerindeki çocuklar gözümün önünden geçmişti. Ben ne yapacaktım şimdi? Minik yatağımın üstüne katlanmış eşyalarımı koymaya başladım, en sevdiğim kıyafetleri seçmeye çalışıyordum. Kokoş olduğumdan, ne bir pantolon vardı ne de eşofman. Hep mini etekler, elbiseler, küçücük ceketler ve renk renk muz çoraplar... Sonra yanıma alabileceğim oyuncağa karar vermek zorunda hissettim kendimi. Nedense bir tane seçecektim, kaloriferin üstünde duran mavi saçlı lahana bebeğim ve çarşının içinde deterjan satan amcanın verdiği yumuşacık Yumoş'umdan birini alacaktım. Hangisini seçtim hatırlamıyorum fakat, onlarla tek tek konuşmuştum. Beni sevmiyorlar, beni yolluyorlar. Artık sizi göremeyeceğim, bana kırılmayın fakat sizi çok seviyorum, birinizi seçeceğim bana küsmeyin, beni çok özleyin...

Nasıl oldu bilmiyorum ama affettiler beni, özür dilettirdiler. Sevmemeleri gibi bir durum söz konusu değildi halbuki. Sadece biraz ağır bir ceza olmuştu benim için. Şu yaşımda bile o anı anlatırken hala gözlerim dolar. Ablamın değilde, annemin sevgisinden çok çok emin bir halde büyüdüm ben. Babam ise işine geldiği zaman severdi...

6 Aralık 2010 Pazartesi

evlilik

Pırıl pırıl ütülü giysili, misler gibi parfüm kokulu, saçları
taralı, dişleri fırçalanmış adamı / kadını sevmek kolaydır. Aslında
aşk, aynı insanı, sabahın körü uykudan uyandırdığındaki en sinirli hali
ile de kabul edebilmek, aynı tuvaleti bir dakika arayla
kullanabilmek, diz yapmış pijamalarla kanepede yastıklara sarılıp sızmışken
bile şefkatle okşayabilmektir. Buna katlanamayanlar zaten âşık değillerdir.
Bu durumda evlilik hoşlandığın insana karşı olan duygularını
öldürüyor diyebiliriz. Zira âşıksan, aynı havayı solumak bile zevk
verir. Hep beraber olmak istersin. Banyodan gelen su sesi bile onun evde
olduğunun işaretidir ve huzur verir. Ütülediğin gömleğin ona ne kadar
çok yakışacağını düşünürsün. Pişirdiğin yemeği ne çok seveceğini
hayal edersin. Bin tane ayakkabısı varken bin birinciye sahip
olmaktan mutlu olacak diye, istediğin gömleği satın almaktan
vazgeçersin.
Zamanla almaktan çok, bir şeyler vermekten mutluluk duyduğunu
keşfedersin. Eğer kadın evlilikte ikinize yemek pişirecek,
dolabı düzenleyip ütüyü yapacak bir anne olacak görülüyorsa, o
kadının saçlarının hiç yağlanmadığı ve adamın geceleri terlemediği
düşünülüyorsa, asla kavga edilmeyecek ve lavabo tamir
edilirken dahi gülüşüp öpüşülecek zannediliyorsa zaten beklenti bir
evlilik değil, bir amerikan filmini yaşamaktır. Bu hayallerle yola
çıkıldığında, damat ilk gece gelinin saçlarından onbin firkete
sökmeye çalıştığında, gelin ise damat firketeleri çıkaramayıp
"s....m böyle kuaförü" diye söylendiğinde zaten evlilik sandıkları şey
çatırdamaya başlayacaktır. Evlilik; sadece aşk değildir.

Evlilik; ev arkadaşlığı, kankalık, sırdaşlık, ortak hesaba sahip mudilik,
ayrı kökenlerin birleşmesi, başı hatırlanmayan bir akrabalık
ilişkisidir. Aşk bu ilişkide tutkuyu sağlar ama zaten tek başına ayakta
tutamaz.
Aşıksanız ateşli sevişmeler yaşarsınız ama kış akşamları evde
konyak içip geyik yapamayabilirsiniz. Hala canınız sıkıldığında onu
değil de annenizi arıyorsanız, yalan olmuştur o evlilik.
Aşk evlilikte gider gelir. Halıya kola döktüğünde aşk biter,
ama o, halıyı temizleyebilirse gene aşık olunur. O aradaki sinir
evresini aşabilenler ellinci yıla kadeh kaldıranlardır. Tahammül
edemeyenler ise ikinci evlilikten sonra artık evliliğin yalan
olduğuna inanacaklardır.
Zafer, direnenlerin olur.

CAN DÜNDAR



çok beğendim ondan şeettim