İzleyiciler

29 Eylül 2011 Perşembe

Ankara'da Aşk

Ankara'da aşık olmak Ege'ye Akdeniz'e 
benzemez, yaz aşkı yoktur burda.


Kara kışın, ayazın içerisinde aşık oldu
mu adam,iliklerine kadar işler.


Kumsalda değil, lapa lapa yağan karda
beklersin aşkını, parmakların buz tutar.


Sevgiline iyi görünmek uğruna burnun 
donsa da çaktırmazsın, oda yetmezmiş gibi 
delikanlılık yapar ceketini de atı verirsin 
onun omuzlarına. 

Gözler hep buğuludur kardan, rüzgardan, 
ayazdan. 


Ankara'da aşık olmak herkese göre değildir yani.


Onun içindir ki Ankara'da aşık olmak başka yere benzemez.

Ben istemez miydim ...

Dünyanın en şanslı kızıyım belki de.

Lise de ilk defa erkek arkadaşım olmuştu. Ayrı şehirlerdeydik ama süper biriydi. Herkesin imreneceği güzel bir ilişkim vardı. Asker dönüşü beni aldatmadı çok mutluyduk. Babam mükemmeldi. Ablam beni çok severdi. Maddi durumumuz çok çok iyiydi. Arkadaş konusunda çok şanslıydım. Üniversiteye hazırlanırken hiç sorun yaşamadım, istediğim bölümü kazandım. Mezun olunca çok süper bir iş buldum ve hala orada çalışıyorum. Ofiste çok mutluyum, yüklüce bir maaş alıyorum. Hayatımda hiç rejim yapmadım 36beden taş gibi kızım, yüzüm çok güzel. Sevdiğim adamla ömür boyu beraber olmak istiyoruz ve bunun için ciddi kalıcı adımlar atıyoruz. Kötü erkekleri tanımak zorunda kalmadım. Beni ben olduğum için seven krallar ve kraliçeler var etrafımda. Annem ise dünyadaki en şanslı kadınlardan beni gibi ...  Kader beni çok seviyor, süper şeyler yazmış alnıma.

Bu zamana kadar bloga yazdığım her şey hayal gücümden fırlamıştı. Ben aslında çok mutluyum.

-ben istemez miydim böyle bir yazı yazmak? isterdim elbet. bunların tam tersini yaşamak hoşuma gitmiyor elbet. her gün yeni bir umutla uyanıyorum ve aynı hızda o umutsuzlukla yatıyorum yatağıma. yalnız olmaktan mutluluk duymaya çalışacağıma, aşkımla mutlu olmayı tercih ederdim elbet.

ben istemez miydim lan!!!

27 Eylül 2011 Salı

BEN SENİ ÇOK SEVEBİLİRDİM.

Ben seni çok sevebilirdim. Annemin beni sevdiği kadar...

Gitmeseydin kalabilirdim seninle. Birlikte yemek yapardık. Sen uyurken rahatsız olma diye sessizce toz alabilirdim mesela.

Sen uyurken seni çok özlediğimde dayanamayıp uyandırırdım süper bir omlet kokusuyla. Ben mesela, çok sevebilirdim seni.

Sabah uyanıp, gözlerimiz kapalıyken dişlerimizi fırçalardık ayna karşısında. Yumuşatıcı kokan mis gibi kıyafetlerimizi giyip işe giderdik. Minicik bir sandviç tutuştururdum eline, iş yerinde mutlu ol diye. Öpücüğümüzü verip ayrılırdık orada birbirimizden. Ben mesela akşam çok özleyerek gelirdim seni.

Hit hangi dizi varsa izlerdik, hürremden tut osmana kadar. Sıkılırsak yabancı dizi izlerdik. Akşam en sevdiğin tatlıyı getirirdim mutlu olurdun. Kirayı, suyu, elektriği ayırmak bu kadar tatlı olmaz başkasıyla :) Kandırırım seni böyle masum ve sevimli oyunlarla. Tek derdimiz sevgimiz olurdu mesela. Çok sevmek dert olurdu böyle başımıza.

Ben mesela çok sevebilirdim seni.

http://twitter.com/lazanyam

26 Eylül 2011 Pazartesi

O YANINDAYKEN ŞALLARA SARILIRSIN. BİTER.

Bir İstanbul hayali kurarsın biriyle. Bir hafta geçmeden "püff" der ve gider. Senin umutla bağlandığın ne varsa bozar ve karşında kahkaha atar. Bu kadar kolaydır işte hayal kurmak ve hayalleri bozmak. Ve birinin sen ağlamaklıyken, karşında kahkaha atmasını izlemek.

Beğenmemek bu kadar kolaydır işte. Fiziğe bakar erkek kafası. Kendine olan güvenin, hoş sohbetin çekmez onları. Mal malak kız isterler. Hafif meşrep. Biraz açsın orasını burasını, göstersin. Erkek yanında durup, bu benim malım desin. Böyle biraz bu zamanda ilişkiler.

Kız kasılsın, triplere girsin. Sevmez ve umursamaz olsun, baş tacı olur. Adam ona ne yapacağını şaşırır. Ama anaç ve ilgili olursan, mutlu olmasını istersen kıçına tekmeyi yersin. Siktir edilirsin.

Ona güvenmen için ağzına sıçar. Paranoyak manyak ruh hastası olursun yeri gelir.. Ama, bana "güven" der. Tam güvenirsin, kendinle savaşırsın onu parçan sayarsın ama yine gider. Gözlerinin içine bakan o adam gider. Ve o giderken bunu bilirsin. Çünkü senin babanda böyle gitmiştir.

https://twitter.com//lazanyam

23 Eylül 2011 Cuma

Odamda bir şey eksik. Ama ne?

Arkadaşlarıma gidiyorum, çoğu odalarında vakit geçiriyorlar. Kitap okuyor, yataklarına uzanıp ellerinde telefonla bir şeyler yapıyorlar. Kucaklarına laptoplarını alıp yazı yazıyor ya da sohbet ediyorlar. Kimisi ders çalışıyor. Odalarında duruyorlar işte!

Çoğumuzun odasında koltuk, kanepe koyacak yeri yok. Yatak, dolap, makyaj masası gibi belli başlı eşyalar için yer var. Koltuğu olan, hadi diyelim rahat diye orada duruyor. Fakat yatak üzerinde huzurlu olup, vakit geçirenler için ne diyeceksiniz?

Ben ne yaparsam yapayım, odamda çok duramıyorum. Orta büyüklükte bir odam var. Bu evi ilk aldığımızda gittim istediğim gibi dolap çizip yaptırdım. İçi çok kullanışlı. T-shirtleri, hırkaları, gecelikleri katladığım büyüklükte bölmeler yaptırdım içlerine. Çekmecelerin yerini kendim belirledim. Asılacak olanlar için demirin uzunluğuna karar verdim. Ve yerden tavana, iki sürgülü kapağı boydan boya ayna olan şampanya rengi dolabımın siparişini verdim. Dolapları yapan abi, hem kapaklı hemde çekmeceli bir makyaj masası hazırlayıp hediye etti bana. Aynı renk ve aynı malzemeden, kocaman aynalı :) Dünyalar benim oldu. Bir de bazalı, aynı renkten başlıklı yeni bir yatak aldık. Tek kişilik...

*Tek kişilik olduğunu belirttim evet. Çünkü, çift kişilik bir yatağa her akşam tek başına girmek bence işkencedir. Ne öyle eşini kaybetmişler gibi :( Ya da ömür boyu tek yatacakmış gibi. Hep çorap giymek zorunda kalacakmış gibi...*

Odam artık hazır sayılırdı. Koçtaştan pembe jaluziler aldım. Duvar kağıdı aldım. Krem, pembe, açık mor vardı içinde. İki duvar boyuna çizgili. -uzun ferah gösterirmiş odayı.. Diğer iki duvar ise yine aynı tonlarda fakat klasik desenli. -onun bi özelliği yok. Çizgili olan duvarı ben kendim kapladım :) Bir gün arkadaşımın cafesine ustalar gelmişti ve duvar kağıdı kaplıyorlardı. İzledim dikkatle. O yapıştırıcı sıvı nasıl hazırlanıyormuş, öğrendim. İçinde hava kabarcığı olmasın diye, neler yapacağımı da çözdüm. Artık hazırdım. Güzel oldu, başardım fakat zordu. Diğer iki büyük duvarda hala boyalı. Üşendim. Başladığım işi bitiremedim.Yine de uyumlu duruyor göze batan bir şey yok. http://instagr.am/p/K_AcE/ bakın burada da daha önce çektiğim bir fotoğraf var. - Bu aralar yine tamamlamaya niyetliyim ama du bakalım.

İki gün önceydi sanırım, makyaj masamın çekmecelerini çıkarttım salona. Ama bak yine salona! Odamda duramadım yine. Neyse ki, temizleme işlemini yarıda bırakmadım. Ayırdım tek tek, temizledim azıcık malzemelerimi. Çer çöp ne varsa attım, attıkça rahatladım sanki bütün hüzünlerimi boşalttım çöp kovasına. Tam odam hazır derken, ablamdan kalan ve odamın tek uyumsuz parçası olan çalışma masası takıldı gözüme. Artık okul bitti tabi. Aöf içinse, salona ya da yatağıma taşınabilirdim. Sürükleye sürükleye balkona koydum masayı. Odamı sildim. Makyaj masasını kaydırdım. İki kişilik pufidik koltuk koyacak kadar yer açıldı.

Ne dersiniz, koltuk alırsam odamda durabilir miyim?

21 Eylül 2011 Çarşamba

Sesini duyduğum an;

-yanımdaymışsın gibi oluyor. mimiklerini görüyorum ve yaşıyorum.
-gözlerime baktığını ve gözlerinin içinin güldüğünü görebiliyorum.
-yanıma geldiğindeki sıcaklığını alabiliyorum.
-huzur buluyorum.
-tüm karamsarlıklarımı unutuyorum.
-üzgünken, mutluluk doluyorum.
-her şeyi bırakıp yanına gelesim geliyor.
-dünyada sadece sen ve ben varız gibi geliyor.
-sağlıklı olduğun için seviniyorum.
-üstelik bir de gülüşün olunca hayat daha güzel hale geliyor.
-benimle mutlu olmanı istiyorum sadece benimle!
-heyecanlanıyorum. oturuyorum olduğum yere.
-hiç gitme istiyorum.

*ben galiba sesini duymayı seviyorum.

20 Eylül 2011 Salı

Mystery ve Lazanya Buluşması

Tam bir yılı doldurduk sanırım.
Yazılarından okumadığım hiç yok.
Hep benim yanımdaydı.
Bir şekilde hiç ama hiç kopmadık küsmedik darılmadık.

Gerçi darılma konusunda geçen hafta bir durum yaşadık. Buluşmak için sözleşmiştik. Ne yazık ki planım uymadı. Gelemeyeceğimi haber verdim fakat o kendini hazırlamıştı. Ne yaptım ne ettim en yakın zamanda olacağına ikna ettim. Aldım gönlünü! :) Buluştuk bugün. Kocaman sarıldım.

Yaşadığımız her şeyi detayıyla biliyorduk. Yaptığı hiçbir şeye karşı çıkmadım. Hep kafama yattı. Bazen kızdığım oldu. Ama o da bana kızdı :) Hep iyi olsun istediğim o dost yanımdaydı bugün. Sohbetimiz çok keyifliydi. Bloga yazamadığım anlatamadığım birçok şeyi ona anlattım. Fikirlerini belirtti, destek oldu yine. Uyardı da tabi.

Kahve içti, falına baktım. Güzel zaman geçirdim yanında. Dedikodu yaptık masumca. Sevdiklerimizden konuştuk genelde... Hem aile yapısı olsun hem kafa yapısı olsun kendimi çok yakın hissettiğim kuzudur kendisi. İyi ki tanıştık ve buluştuk Mystery :)

19 Eylül 2011 Pazartesi

Kimse giremesin bizim kalemize. Adı saygı olsun.

Daha önce hayatına öyle düzenbaz insanlar girmiştir ki, bütün güvenini alıp götürmüşlerdir. Büyük oyunlar, mide bulandıran yalanlar... Artık iyiyi kötüyü ayırt edemez olmuşsundur. Senin için herkes kötüdür. Zarar görmemek için, paranoyak olmuşsundur.

Ve bu seni çekilmez, istenmez biri haline getirmiştir.


Doğru insanı arayan herkes gibisindir. Fakat sadece fazla dile getirmişsindir. Bir gün bay doğru çıkar karşına ve ona karşı bile temkinlisindir. Çünkü sen artık bitmişsindir. Konuşarak bir şeyleri aşmaya çalışırsın, güven duygunu yeniden kazanmaya... Peki ya o da, yalansa? Tam güvenmeyi öğrenmişken, yeniden yıkılırsan?


     *Legoyu düşün, hani o renkli birbirine geçen parçalar. Senin yaptığın kuleyi, sert bir vuruş ile yıkan adi biri. Nefret dolu birazda.
      Hayvan herif o kadar sert vurmuş ki, legonun birbirine geçen dişlerinden birkaçı, bazı parçalarda yok. Kırılmış. Kırmış adi herif!

Yeni bir inşaat yapsan, ne kadar sağlam olur? O aşkı inşa etmeye çalışsan, karşındaki ne kadar sabırlı olur? Kırdırmasaydın amına koyim mal mısın demez mi sana? Derse eğer, o doğru insan mı olur? Yoksa tutar mı elinden? Gel beraber yapalım. Benim de gücüm yok ama sana yardım edeyim, sağlam olmayan yerlere destek vereyim. Sonunda "sen benim, ben senin" ol desek ... Ah işte o adama kurban olunur. Feda edilir her şey. Bence doğru adam odur.

-Yorgunum, benim kalemi de çok yıktılar. Gel lan bi de senin kalenin içine edeyim. Kale içine kapattığı hayalleri yıkıp, camdan uzattığın saçı keseyim diyenler de çıkmıyor değil hani.

Biri gelir böyle bir anda, parmaklarının arasından parmaklarını geçirir. Öyle çok sıkar ki elini, anlarsın. Gitmez o. Ama gidecek gibi yaşarsın. Doyamazsın onu yaşamaya. Yatmadan dua edersin Tanrı'ya bir kere ilk ve son olarak bir kere, yanımda olsun. Nefesini alıp verdiğini göreyim. Kulemdeki tek kahraman olsun. Sarkıttığım saçlarımı sevsin ve kimse giremesin bizim kalemize.

 http://www.formspring.me/lazanya  &  http://twitter.com/lazanyam

17 Eylül 2011 Cumartesi

Güzeldir belki de yalnızlık

Uyanıp, tepsiye kahvaltı hazırladım. Televizyonda cumartesi sürprizi vardı. Sofra kurmama gerek kalmadı. Yalnız olmanın tadını çıkaracağım ya... Güzeldi. Yumurtadan, çilek reçeline kadar sığdırdım tepsiye, televizyona baka baka yedim afiyetle. Sonra çayımın kalan yarısına, sigaram eşlik etti.

Kendim olarak ilk blog yazımı yazmaya karar verdim. Dünden bu bugüne kadar çok çok iyi tepkiler aldım. Mutlu oldum. Nasıl anlatmışsam artık kendimi, çoğu kişi şaşırdı. Çirkin betty bekliyorlardı sanırım. Şaşırttım biraz. Görünüşü geçelim desek, mutsuz bir kız bekliyorlardı. Görüştüğüm arkadaşlarımda böyle söylemişlerdi zaten, mutsuz gülmeyen bir lazanya.
-hayır.
Dışarıda benim kadar mutlu, umutlu ve güler yüzlü birine denk gelmek zordur... Enerjim hemen sizi sarmalar. Fakat benim enerjim sizcil. Yani keşke bencil olsaydı. O zaman beni sarıp sarmalardı. Gerçi bugünlerde enerjim sonsuz, hakkını yememek lazım. Yalnızlığın tadını çıkarıyorum. Gerçi, (burada gerçiyi ikinci kez kullanıyorum farkındayım) tadı tuzu yok ama olsun. Tadını çıkarıyorum demek pek havalı geldi.

sorular değişti fotoğraf koyduğumdan beri, http://www.formspring.me/lazanya
7/24 takip edenler aynı, http://twitter.com/lazanyam
özel konuşmak isteyenler ise maili tercih etti lazanyaa@hotmail.com.tr

11 Eylül 2011 Pazar

Biraz Kafa Dağıtalım

 İstanbul'a ablamın yanına gittiğimde, bana oje hediye etti. 6adet GABRINI marka oje. Hemen kuruyorlar dedi. Ne kadarlık bir hızda kuruyabilir ki dedim içimden... İlk fırçadan sonra ikinciyi sürerken hissediyorsunuz, birinci fırçanın kuruduğunu. Vay dedim. Vay. Sürmekte zorlandım tabi. Mıy mıy beceremem pek, ben sürene kadar ohooo. Başkaları çorap giyer, kot giyer, havlu ile yüzünü siler. O derece. 
Zaten bende İstanbul'a gelmeden iki oje almıştım.  Golden Rose 217 - 204. İstanbul'da da 109'u gördüm çok beğendim. Tek başına sürdüğümde de güzel oldu bence ama ablam beğenmedi. 207 tırnağımda hazır sürülmüş vardı. Bende fotoğrafını çekip koyayım dedim. Hep iç karartıcı şeyler yazıyorum ya, değişiklik olsun dedim.